BERND – HILLA BECHER

BERND – HILLA BECHER

Almanya-Dusseldorf kökenli fotoğraf sanatçıları Bernd Becher (1931- ), Hilla Becher (1934- ) çifti, “mimarisiz mimari” olarak da adlandırılan, endüstri tarafından şekillendirilmiş yapıları fotoğrafik vizyonlarının temeline yerleştirmişlerdir. Endüstri yapılarının sistematik olarak, farklı bir söylemle fotoğrafın konusu haline getirilmeleri sonucu, içinde yaşadığımız modern çağın bir tür belgesel eleştirisi ortaya çıkmıştır. Çalışmaları ile Avrupa fotoğraf ortamında dikkatleri çeken Becher’ler, 1976’dan bu yana Dusseldorf Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki atölyelerinde yetişen öğrencilerinden bazıları ile birlikte – Thomas Struth, Andreas Gursky, Pedra Wunderlich, Jorg Sasse, Thomas Ruff, Axel Hutte, Simone Nieweg, Candida Hoffer v.d. endüstriyel mimari, kimliksiz kent mimarisi ile kuşatılmış insan yaşamının sorgulanmasını odak alarak gelişen bir akımın da öncüsüdürler.
Berna-Hilla Becher çifti 1959’dan günümüze ortak ürettikleri vizyonlarında; işçi evleri, su kuleleri, gaz tankları, yüksek gerilim hatları, maden eritme fırınları, kömür depoları, silolar, petrol rafinerileri, mineral isleme alanlar, küçük maden ocakları, soğutma kuleleri, havalandırma kuleleri, maden taşıma sistemleri, fabrika cepheleri v.b. ağır maden sanayisine bağlı olarak gelişen yapıların, kendi içinde pek çok diziyi içeren, bir tür “endüstri arkeolojisi” diyebileceğimiz, tipolojik belgesel dökümünü gerçekleştirmektedirler. Bu tür yapılar onlara ihtiyaç duyulduğu surece gelişir, kullanılır ve bir sure sonra da işlevlerini yitirince terk edilirler. Beher’lerin özel bir önemle fotoğrafik koruma altına aldıkları bu yapılar, Genelde Almanya’nın 1960’lara dek suren hızlı endustriel gelişimin bir tür envanteridir.
Recklinghausen’de inşa edilmiş bu su kulesi fotoğrafını (1978) ele aldığımızda yapının; homojen aydınlık sağlayan bulutsuz gri bir gökyüzü altında gölgesiz, nesne karenin tam ortasında yer alacak şekilde cepheden, herhangi bir optik yanılsama ve deformasyona izin verilmeksizin yapının tüm işlevlerini ortaya koyan yalınlıkta görüntülendiğini görürüz. Su kulesi amacına uygun olarak, beton malzeme ile inşa edilmiş, silindirik bir biçime sahiptir. Sağlam ve uyumlu geometrik yapısı, form bütünlüğü ile minimalist düzeyde kendini ifade eden bina, su kulelerinin tuğla ahşap inşaat tekniklerine dayanan en eski örneklerinden,
arka bahçelerde, çatılarda demir ayaklar üzerine monte edilmiş büyük-küçük silindirik, çatılı veya düz su depolarına, günümüzde çelik-beton işbirliği ile bir heykel zarafeti ile inşa edilmiş su kulelerine kadar çok geniş bir yelpazede sınıflandırılmış örneklerden biridir. Ayni zamanda tüm su kulelerini – kavramsal ve biçimsel olarak – simgelemektedir. Yapının zemininde ve birinci katlarında dikkat çekici büyüklükte konumlandırılan pencereleri, büyük bir olasılıkla merdivenlerin ve kontrol görevlilerinin çalışma mekanlarının aydınlatılmasına hizmet etmektedirler. Ancak dış görünüşünden çıkarımda bulunmayı kolaylaştıracak hiç bir iz taşımayan bu pencereler, su kulesinin diğer tipolojik benzerleri arasından ayrışmasını sağlayan, onun kendine özgülüğünü vurgulayan bir niteliğe bürünmektedirler. Bunun yanı sıra fotoğrafa baktığımızda çekim sırasında yaşanan güçlükleri – uygun bakış açısına gerekli yüksekliğe ulaşabilmek için kurulan iskele veya merdiven, çevrenin çalışanlardan arındırılması, uygun doğa koşullarının beklenilmesi, kat edilen mesafeler … – anlamamıza olanak yoktur. Bernd ve Hilla Becher çiftinin yaklaşık 40 yıldır birlikte ürettikleri tipolojiye dayanan vizyonlarında, sanatçıların başlangıçtan günümüze geçirdikleri süreçler veya hangi fotoğrafın kim tarafından çekildiğine ilişkin hiç bir iz yoktur. Fotoğraflar görsel yalınlığın yanı sıra duygusal yansımalardan da arındırılmıştır. Fotoğraflar diziler halinde ele alındığında ye da aralananda karşıaştırmalar yapıldığında bir takım verilere ulaşabilmekte, düşünce süreçleriyle sanatçıların dünya görüşlerine ilişkin çıkarımlarda bulunulabilinmektedir. Böylesine bir soyutlamayı, farklı bir bakış acısıyla değerlendirildiğinde yabancılaştırma etkisini, 1920-30 yıllarda etkili bir sanat akimi olan yeni Nesnellik tarzı ile açıklayabiliriz. Becher’lerin bilinçli olarak fotoğrafik saptamalarının temeli haline getirdikleri sabit çekim koşulları ile, obje-sanatçı arasındaki mesafe daima korunarak, tüm fotoğrafik saptamalarda – kim tarafından çekilirse çekilsin – ayni bakış acısı, tarafsızlık, yargısızlık, yalınlık korunmaktadır.
Becher çiftinin, yeni Nesnellik akımının 1920-30’lu yıllarda fotoğraf alanında ilk uygulayıcıları olan Albert-Ranger Patzsch, Werner Mantz v.d. ustaların etkisinde kaldıkları düşünülebilir. Albert Ranger – Patzsch, Werner Manz v.d. gibi sanatgilar 1920-30’lu yillarda sadece fabrikaları çekmekle yetinmeyip, doğadan insana kadar çok geniş bir alanda
görüntü üretmişlerdir. Ayni zamanda, fotoğraflarında gölgenin anlam kazandırıcı gücünden de yararlanmışlardır. Becher’ler temelde çekim kriterlerinin benzemesine karşın ışık kullanımı ve konularının sürekliliği ile bu ustalardan ayrışmaktadırlar. Becher’lerin tipoloji yöntemini fotoğrafik vizyonlarının temeline oturtmaları nedeniyle de, biçimsel olarak, Alman sanatçılar Kari Blossfeldt (1865-1932) ve August Sander (1876-1964) ile benzeşmektedirler. Teknik gizim öğretmeni olan Blossfeldt, doğadaki bitki formlarının endustriel nesnelere, mimari formlara olan benzerliğine göre sınıflandırmakta ve düz bir fonunun önünde, bitkinin salt bu benzerliklerini ortaya çıkaracak şekilde fotoğraflarını çekmektedir. Blossfeldt’in farklı amaçlar için geliştirdiği bu yöntem sanat ile teknolojinin birleştirilmesi ve bağlam değiştirmenin ilk ve en etkin örnekleri olarak sanat tarihinde özel bir öneme sahiptir. August Sander ise, 1930’lardaki Alman toplumunu oluşturan her meslekten insani, kendi doğal ortamlarında saptayarak bir tür sosyolojik tipoloji gerçekleştirmiştir. Çalışmanın yayınlanan ilk bölümünde dahi Almanya’na sınıflı toplumsal yapısının gözler önüne serilmesi nedeniyle, donemin siyasi ortamına ters düştüğü için Sander projesini tamamlayamamıştır.
Becher’leri görüntüledikleri endustriel nesneler ile çağlarını tanımlamaya yöneldikleri 1960’h yillarda, Avrupa ve Amerika fotoğraf gündeminde, şipşak Estetiği olarak adlandırılan Diana Arbus, Larry Clark, Bruce Davidson v.d. önderliğinde yeni bir anlayış etkendi. Bu yöntemde, yakın mesafeden hiç bir müdahale de bulunmaksızın, klasik kompozisyon kuralları göz ardı edilerek çekimler gerçekleştiriliyordu. Ayni zamanda Pop-Art akımı tüm sanat dallarını etkiler bir konumda gelişmekteydi. Böyle bir ortamda Becher’ler 1967’de Neue Samlung Munich’te açtıkları sergilerine “Industribauten 1830-1930 eine Fotoğrafische Documentation” (1830-t930 Endustriel Binaların Fotoğrafik Belgelenmesi) tanımlayıcı başlığını koyuyorlardı. 1969’da Dusseldorf Kunsthalle’deki sergilerini “Objekte Fotoğrafie” (Nesne fotoğrafi) adını vererek, gerek çekim özellikleri, gerek tipoloji yöntemine dayanan anlatım dilleri ve fotoğraflarını sunuş tarzları ile, fotoğraf gündeminde kendi kendilerini tanımlayarak, avant-garde bir çıkış yaptılar. Ayni yıl, Johannes Claders tarafından avantgarde özelliklerin bağlı kalınarak ‘Conzeption, Conception” (Kavram) sergisine dahil edildiler. Sergi katalogunda ilk
sayfalarda tanıtıldılar. Yine 1969 yılında “Prospect 69” avantgarde sergi kataloğuna seçilerek geniş, bir tanıtımları yapıldı.
Becher’lerin çalışmaların bir anda bu kadar ilgi görmelerinin diğer bir nedenini de 1960-70 yılları arasında etkili olan Mininnalist ve Kavramsal sanat anlayışına olan yakınlıkları ile açıklayabiliriz. Minimalist anlayışta nesnenin temeline, geometrik soyutlamanın ana çizgilerine iniş esastır. Becher çiftinin görüntüledikleri nesneler de, kendi bağlamları içinde en az çizgi ile kendilerini tanımlamaktadırlar. Böylece nesne, görselliğinin ötesinde anlamın amacın ta kendisine dönüşmektedir. Fotoğraflar bu boyutu ile de kavramsal sanatın sınırlarına dahil olmaktadır. Nesne salt varlığı ile – insandan arındırılmış olarak izleyiciye sunulduğunda, izleyici-fotoğraf 6zdeşleşmesi sağlanamamaktadır. Fotoğrafik görüntü ile doğrudan iletişim kuramayan izleyici, görüntünün biçimsel özelliklerinden hareketle, soru sorma ve düşünce üretme surecine girerek farklı bir iletişim boyutuna geçmektedir. 1971 yılında Aachen sergisine “Two Way Traffic-Centre for Contemporary Art” (iki yönlü Trafik-Kavramsal Sanat için Merkez) adının verilmesi Becher’lerin sanatını tanımlayıcı niteciktedir. Sergide fotoğraflar, işlevlerini tanımlayıcı, teknik özelliklerini karsılaştırıcı bir düzende ve bilgi verici değerlerine göre 6-9-12 fotoğrafın yan yana gelerek bir bütün – tek büyük formatlı bir kare – oluşturacak şekilde sıralanmışlardır.
Daha sonra bu yöntem Becher’lerin sürekli sergileme şekli haline gelmiştir. işçi konutlarını kapsayan diziye ait dokuz fotoğraftan oluşan örneğimizde; üç katlı, sivri çatılı işçi evleri görülmektedir. Binalar dış görüntüleri ile ayni ölçülere sahip olmalarına karşın, her birinin balkon, pencere ve renk düzenlemelerindeki farklılıklar ile bütün içerisinde özgünlüklerini korumaktadırlar. Fotoğraflar çekim ve sunumlarındaki durağanlığa karsın, güçlü bir iç dinamizm taşımaktadırlar. Karşılaştırmalara olanak veren benzerlikleri ile güçlenen bu dinamizm, fotoğrafın kendi kendini açıkça tanımlayan enerjisine gücüne, dönüşmektedir.
Becher’lerin yapıtlarında dikkatimizi çeken diğer bir özellik ise, modern yaşamın inşa edilmesini ve devamını sağlayan bu endustriel nesnelerin, çok geniş bir coğrafyaya ait farklı örneklerinin yan yana gelmesine karşın, biçim ve işlev benzerlikleri haricinde, yapılar bulundukları ülke kimliğine dair hiç bir veriye sahip değildirler. Bu da bize, nesneyi
varlığının odağına yerleştirerek gelişen modernize ve teknolojinin dünyayı, insan yaşamını tekdüzeleştirici, aynılaştırıcı ve sınırlayıcı gücünü kanıtlamaktadır. Ayrıca, sanatçılarımızın başlangıçtan bu güne, teknolojinin olumlu-olumsuz tüm niteliklerinin bilincinde olarak bu alana yöneldiklerinin ve fotoğraf aracılığı ile bu sorunsalı tartışma platformuna çektiklerinin göstergesidir.
Bernd-Hilla Becher çifti, topografik vizyonlarının özellikleri – seçilmiş endustriel yapılar, tipolojik yaklaşım, minimalist tavır, kavramsal boyut, bağlam değiştirme, sergileme yöntemleri – ile, post modern olarak tanımlanan bir zaman diliminde avantgarde bir kimlik geliştirmişlerdir. Öncu calişmaları ve geliştirdikleri yeni söylem tarzı ile Avrupa ve Amerika fotoğraf ortamında ayricalıklı bir yere sahip olan sanatciların, yapitları, müzelerde sergilenmekte ve satın alınmakta, özel koleksiyon sahiplerince toplanmaktadır. Fotoğrafları çağımızın görsel sembolleri olma sıfatı ile hızla klasikleşme surecinde ilerleyen sanatçılar, halen Dusseldorf’ta yaşamaktadırlar.

KAYNAKLAR

Banham, Reyner
“The Becher Vision”, WATER TOWERS, The MIT Press, Cambridge, Massachusetts, London, England, 1988-
Becher, Bernd and Hilla ; TIPOLOGIE, XLIV. Exposizione Internationale D’arte
Biennalle di Venazia 1990, 27 Maggio-30 Septembre, Schirmer/Mosel Verlag, Munchen, 1990.
HERZOGENRATH, Wulf
“Photo-Typologies of Anonymous Industrial Buildings, The Work and The Influence of Bernd and Hilla Becher”, DISTANCE AND PROXIMITY, Institud fur Auslandsbeziehugen, Germany, 1992.

Katalog
“Photographie in der Deutschen Gegenwartskunst Muzeum Ludwig Koln”, 11 September-17 November 1993, Stuttgart 1993, Edition Cantz, 1993.

Katalog
“Looking At Photographs – 100 Pictüres From the Collection of the Museum of Modern Art.”, New York, 1973.rt 1993, Edition Cantz, 1993.