TiPOLOJi VE FOTOĞRAF SANATI

TiPOLOJi VE FOTOĞRAF SANATI

Aynı cinsten varıkların veya nesnelerin temel özelliklerini büyük ölçüde kendisinde toplayan örnek Tip olarak nitelenmektedir. (Meydan Larousse, Cilt 12, s.170). Tiplerin benzerliklerine göre sınıflandırılması, alt bölümlerin kategorilerin oluşturulması ile bilimsel çalışmaların bütünleyeni olan tipoloji yöntemi arkeolojiden psikolojiye, botanikten numizmatik’e kadar 50k geniş bir alanda uygulanmaktadır. Fotografik kayıt da temelde, nesnelerin dış görünümlerini saptaması nedeniyle tipolojiler oluşturulurken en fazla yararlanılan araç durumundadır.Fotoğrafın gelişim süreci içinde, öncü sanatçılar tipoloji yöntemini sanatsal bir ifade aracı olarak değerlendirerek farklı söylemler geliştirmişlerdir.Bunların en yetkin örnekleri, fotoğraf tarihi içinde, Alman fotoğrafçılar Karl Blossfeldt, August Sander ve günümüzde de Bernd-Hilla Becher çiftinin çalışmalarında görmekteyiz.Karl Blossfeldt (1865-1932) teknik gizim ve modelaj dersleri verdiği okulda, hocası ve meslektaşı Prof. Moritz Meurer’in başkanlığındaki bir proje gereği 1890 yılında başladığı bitki toplama ve fotoğraflama işlemini kırk yıl boyunca devam ettirmiştir. Blossfeldt özgün çalışmasında bitkileri, biyolojik sınıflandırma amacı ile değil, formlarındaki yapısal özellikleri nedeniyle biraraya getirmekteydi. Teknik malzeme olarak ev yapımı basit bir kutu kamera, 9 x 12 cm . cam levha ve ucuz doğal kökenli emülsiyonlarla çalışan Blossfeldt bitkileri düz bir fonun önünde, cepheden, karenin tam ortasında yer alacak şekilde, doğal ve yaygın bir ışık yardımıyla görüntülemektedir. Blossfeldt bitkinin dal, gövde, çiçeğine ait görüntüleri 6,8,10,12 kez büyüterek vurgulamak istediği formsal özelliği belirgin hale getirmektedir. Bu şekilde fotoğraflanan bitki, bitki olma özelliğinden alınarak, biçimsel olarakmimari bir forma ya da herhangi bir makinaya ait bir parçaya benzemektedir. 1925 yılında Blossfeldt’in fotograflarmi goren Karl § Nirendorf (galeri sahibi, editor) bunların yeni nesnellik ve konstruktivizme olan yakınlıklarını keşfetti. Editörlügünü üstlendiği Blossfeldt’in çalışmalarını anlatan “Doğadaki Sanat Eserleri” kitabında, fotoğraflarla mimari arasında ilişki kurdu. Blossfeldt’in 1928 yılında agtigi sergi Lazslo Moholy-Nagy tarafından 1929’da Stuttgart’ta düzenlenen avant-garde sanatlar ergisine dahil edildi. Blossfeldt 1932 yılında yeniden düzenlediği bitki kolleksiyonuna ait fotoğrafları ve öğretim kriterlerini kapsayan “Doğanın Muhteşem Bahçesi” adlı ikinci kıtabında yayımladı. 3 Arahk 1932’de öldüğünde Blossfeldt’in gerçekleştirdiği türde bağlam değiştirme olgusu ve çalışmanın bütününün avant-garde sanatlar üzerindeki etkisi henüz tam anlaşılamamıştı. (Sachsse, 1994, 6-15)

Diğer Alman fotoğraf sanatçısı August Sander (1876-1964) ise 2O.yy. insanları konu alan fotoğrafları ile tanınmaktadır. 1920’lerde bir yayımcının isteği üzerine 5.000 fotoğrafı kapsayacak bir kitap dizisi için çalışmalara başladığında kendi kendine şöyle bir sistem geliştirmiştir. Alman çiftçi portreleri, Zanaatkarlar, Kadınlar, Sanatçılar, Diplomat Meslek Sahipleri, Büyükşehir insani, Son insanlar v.d… Her bir gurubunda alt gurupları mevcuttur. Örneğin Kadınlar; Kadın, Koca ve Kadın, Kadın ve çocuk, Aile, Elit Kadın, Sanatçı ve iş sahibi Kadın, Ev Kadını, Rasyonel Sosyalist Kadın gibi. (incirlioğlu, 1994, 15-17)

Sander insanları doğal ortamlarında, cepheden doğrudan kameraya bakar şekilde görüntülemiştir. Sanatçının nesnel tavrı sonucu obje ile arasındaki mesafe daima korunmuş, dolayısı ile dizi içinde bürokrat da, işsiz de aynı güçlülükte yer almıştır. Susan Sontag Sander’in fotografik yaklaşımını bilimsel, bakış açısını tarafsız olarak değerlendirmekte ve çalışmanın, bilimsel verilerin ötesinde soyut olduğunu vurgulamaktadır. (Sontag, 1993, 73-75).

Dizinin ilk kitabi “Zamanın Yüzü” adıyla yayınlandıktan sonra Gestapo projeyi durdurdu ve çalışmanın 50.000’e ulaşan negatiflerine el koydu. Çünkü Sander’in alışıldık belgesel tavrının dışındaki, topluma ait görsel saptamaları, yanyana geldiği zaman, Alman toplumunun sosyal, kültürel ve ekonomik sınıfları, farklılıktan gözler önüne serilmekteydi.

Bernd-Hilla Becher çifti tipoloji yöntemini, sanatsal söylemlerinin temeline yerleştirerek, 1950’lerin sonlarından günümüze anonim endüstriye ait mimari yapılan, diziler halinde görüntülemektedir. Fotoğrafladıkları yapılar; işçi evleri, fabrika cepheleri, kömür madenleri, silolar, depolar, petrol rafinerileri, gaz tankları, soğutma kuleleri, tas,imha kuleleri, su kuleleri gibi işlevleri dış görünümlerinden anlaşılabilen niteliktedir.

Becher’ler tipolojilerini, tüm Avrupa ve Kuzey Amerika’yı kapsayan geniş, bir coğrafyadaki farklı ülkelere ait örnekleri, geniş bir zaman diliminde, biraraya getirerek oluşturmaktadırlar. Böylece modern çağımızın endüstri alanındaki gelişimi düzenli olarak saptanıp gözler önüne serilmektedir.

Becher’lerin görüntüleri insandan arındırılmıştır, ancak insan izlerine rastlanabilir. Böylece fotoğrafın “kult değeri” aşılarak “sergileme değeri” (Benjamin, 1995, 54) ön plana çıkartılmıştır. Fotoğraflama yöntemi olarak 1920-1030’lu yıllarda etkili olan yeni nesnellik anlayışını bilinçli olarak günümüze, sanatlarına uyarlamışlardır. Geçmişte yaşanan deneyimlerin sonuçlarını model olarak günümüze aktarmakla her türlü iddia ve tartışmanın ötesinde, farklı bağlamda bir dil yetisi, bireysellik ortaya koymaktadırlar. Böylesi bir yaklaşım Achille Bonita tarafından “transavanquardia” (transavantgart) olarak tanımlanmakta ve Postmodern dönemlerin özellikleri arasında vurgulanmaktadır (Bonita, 1981, 31)

Becher’lerin fotoğraflarında nesnenin normal özelliklerinin ön planda oluşu ve sanatçıların dünya görüşlerini, kimliklerini fotoğraflarına yansıtmayan (unexpresyonist) tavırları, onların yapıtlarının Minimalist ve Kavramsal Sanatlar çerçevesinde değerlendirilmelerini olanak kılar. (Herzogenrath, 1994, 5)

Becher’ler siyah-beyaz ürettikleri fotoğraflarını sergilerken, işlev, biçim ve kullanılan malzeme benzerliklerine göre biraraya getirerek 6,9,12 fotoğraftan olu§an, bir bütün oluşturmaktadırlar. Böylesi bir sonum sonucunda, nesneler arasında kıyaslamalar, yeni sınıflamalar yapabilmenin yanısıra, görsel verilerin ışığında modernizmi, insan-teknoloji ili§kilerini tartışma konusu haline getirmek mümkün olmaktadır.

Her üç örnekten hareketle fotoğraf sanatında tipolojik yöntemin uygulaması ve sonuçları hakkında şu saptamaları yapabiliriz;

•  Tipolojik yöntemde fotoğraflar yeni nesnellik kriterleri doğrultusunda görüntülenmektedir. Yani obje karenin merkezinde, doğrudan bakış açısı ile cepheden, yaygın ışık
altında, herhangi bir görsel ve optik deformasyona izin verilmeksizin mudahalesiz olarak kaydedilir.

•  Çekim Kriterlerinin sabit olması nedeniyle sanatçı ve obje arasında beliren mesafe, tüm dizinin ayni tarafsızlıkla gerçekleştirilmesini sağlar. Tek bir karede sanatçıya ait
hiçbir iz yoktur. Ancak dizinin bütünü incelendiğinde; konuya bağıl olarak sergilenen objelerin orijinalliği, yanyana getiriliş düzenleri vb. sonucunda elde edilen bilgisel
verilerin dışında, sanatçının önerileri, duygulan kavranabilir.

•  Bilim dallarında uygulanan tipolojik yöntem; sonucunda bütün özellikleri bünyesinde toplayan ideal bir tipe ulaşılırken, fotografik tipolojilerde benzerleri ile yanyana
gelen objeler, kendilerine özgü farklılıkları ile birbirlerinden ayrımlanırlar.

•  Tipoloji yöntemi uygulanarak oluşturulan dizilere konu olan objeler, varolan gündelik gerçekliklerinden sıyrılarak, fotoğraf aracılığı ile estetize edilmekte ve tartışma
duzeyine cekilmektedirler.

•  Çekim ve sunum kriterleri nedeniyle izleyici ve fotoğraf arasındaki iletişim de değişime uğramaktadır. Alışıldık
belgesel tavrının dışındaki yaklaşım, izleyiciyi tüm fotoğraf karesini tarayarak incelemeye, soru sormaya yöneltmektedir. Bunun doğal sonucu olarak da, fotoğraftaki
görsel veriler ve izleyicinin bilgi düzeyi doğrultusunda farklı etkilenimler oluşmaktadır.

Bu veriler kapsamında, günümüz Türk fotoğraf ortamında sanatsal söylem olarak tipoloji yönteminin uygulanma örnek olarak, sanatçı Ahmet Elhan’in 1993 yılında Taksim Sanat Galerisi’nde gerçekleştirdiği sergiyi gösterebiliriz. 80 kişiyi kapsayan portreler, stüdyo ortaminda , sabit koşullar altında üretilmiştir. Portreleri tek başlarına belli bir zaman diliminde, belli bir mekan paylaşmış ancak herbiri kendine özgü dünyasında yaşayan sıradan insanların öykülerini anlatır. Bir dizi olarak incelendiklerinde ise toplumumuzun büyük bir kesimine ait kültürel, sosyal ve ekonomik düzeyi belirleyen verilere ulaşılmaktadır.

IŞIK SEZER 1997